Sessizce Öğretilen Bir His: Utanç

Anne Olmanın Psikolojik Yükü ve Destek İhtiyacı Anne Olmanın Psikolojik Yükü ve Destek İhtiyacı

Toplumlar yüzyıllar boyunca kadınlara sadece roller biçmedi, aynı zamanda bu rollerin dışına çıkıldığında hissetmeleri gereken duyguları da kodladı. İşte bu duygulardan en derin ve en sessiz olanı: utanç. Çoğu zaman yüksek sesle dillendirilmeden, bakışlarla, beklentilerle ve suskunluklarla kadınlara yüklenen bu duygu, bireysel bir sorun gibi görünse de kökeninde güçlü bir toplumsal yapı vardır.

Utancın Bireysel Değil, Öğretilmiş Olduğu Gerçeği

Kadınların çoğu, özgürlük alanlarını zorladıklarında ya da normların dışına çıktıklarında kendilerini “ayıplanmış” hisseder. Bu durum bireysel bir kırılganlık değil, toplumsal bir öğreti olarak karşımıza çıkar. Bir kız çocuğuna "bacaklarını kapat", "yüksek sesle gülme", "gözünün içine bakma" gibi direktifler verilmesiyle başlar bu zincirlerin örülmesi. Sonra kadın olduğunda; “annelik kutsaldır”, “fazla açık giyinme”, “kadın dediğin sessiz olur” gibi normlarla devam eder.

Ahlak Kılıfında Dayatılan Normlar

Kadınlara yöneltilen utanç duygusu genellikle “ahlak” çerçevesinde sunulur. Ancak bu ahlak anlayışı çoğu zaman kadın bedenini, davranışlarını ve kararlarını denetim altında tutmayı hedefler. Kadının birey olarak kendini ifade etmesi, cinselliğini sahiplenmesi, kariyerinde iddialı olması ya da toplumun onaylamadığı bir yaşam tarzı seçmesi çoğu zaman ayıplanma riski taşır. Oysa aynı davranışlar erkekler için cesaret, özgüven ya da başarı göstergesi olarak yorumlanabilir.

Utancın Sessiz Kalma ile Beslenmesi

Kadınlar, kendilerine yöneltilen utancı çoğu zaman içselleştirerek sessiz kalır. Şiddete uğrayan, mobbinge maruz kalan, istismarı yaşayan birçok kadın, yaşadıklarını “ayıp” diye saklar. Bu da utancın sadece hissedilen değil, aynı zamanda yeniden üretilen bir toplumsal mekanizmaya dönüşmesine neden olur. Sessizlik, bu duygunun en büyük besinidir.

Medya, Dil ve Eğitimle Pekişen Kalıplar

Televizyon dizilerinden reklam afişlerine, okullardaki ders kitaplarından gündelik konuşmalara kadar her yerde utancı pekiştiren kalıplar vardır. “İyi kadın-kötü kadın” ayrımı, namus kavramının sadece kadına yüklenmesi ya da kadının başarılarının sürekli “fedakârlık” çerçevesinde anlatılması gibi örnekler, bu zincirin farklı halkalarıdır. Bu temsillerin sürekli tekrar edilmesi, toplumsal bilinçaltına utancı doğal bir duygu gibi yerleştirir.

Utanca Karşı Dayanışma ve Farkındalık

Kadınların bu görünmeyen zincirleri kırması ancak dayanışmayla, farkındalıkla ve eğitimle mümkün olabilir. Utancın kişisel bir sorun değil, sistematik bir toplumsal yapı olduğunu fark etmek; bu duygunun dönüştürülmesindeki ilk adımdır. Kadınların birbirine alan açması, deneyimlerini paylaşması ve özellikle genç kızlara “ayıp” değil, “hak” kavramını öğretmesi bu dönüşüm için kritik önemdedir.

Kadının Utancı Değil, Toplumun Ayıbı

Unutulmamalıdır ki utanç duygusu çoğu zaman kadınları bastırmak için kullanılan bir araçtır. Oysa gerçek utanç, kadının haklarını, bedenini, sesini ve varlığını sınırlayan bir toplumun sorumluluğudur. Bu görünmeyen zincirleri ancak birlikte fark ederek ve sorgulayarak kırmak mümkündür.